Sıradan bir vatandaşsınız.
Dolandırılınca ilk işiniz ne olur?
Doğal olarak hemen savcının kapısını çalarsınız.
Paranızı geri almak için yıldırım hızıyla hukuk mücadelesine başlarsınız.
Kamuoyunda “Fatih Terim Fonu” diye bilinen dolandırıcılık olayında parasını kaptıranların da hemen savcılığa başvurması gerekmiyor muydu?
Bir iş insanı dışında hiçbiri bunu yapmadı.
Yapamadı.
Onlar savcılık yerine iddialara göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sarayında soluğu aldılar.
Belki de “Bizi kurtar reis” dediler.
Çünkü mahkemeye başvursalar, bu soygunun ucunun kendilerine de dokunacağını biliyorlar.
Kayıt dışı para işlemlerinden ve fahiş faiz peşinde koşmaktan suçlular.
Vergi kaçırdılar.
Dikkat ediyor musunuz?
Sözde mağdurlardan biri bile kamuoyunun karşısına çıkıp konuşmuyor.
Konuşamazlar, korkuyorlar.
Antony Hopkins’in başrolünü oynadığı 5 oscar ödüllü “Kuzuların Sessizliği” filmini hatırladınız mı?
Tıpkı o filimdeki gibi korku ve gerilim içindeler.
Ya savcı bizim kapımızı çalarsa diye.
Onca isim içinde tek Fatih Terim’in sesini duyabildik.
O da sadece “Benim adımı karıştıranların aleyhine, tarihin en büyük hukuk savaşını başlatıyorum. Hazır olsunlar” demekle yetindi.
Yetmez hocam.
Siz milyonların gözünde çok önemli bir isimsiniz.
Kamuoyunun önününe çıkıp çatır çatır konuşmanız gerekiyor.
Bu işin aslı nedir, sizin isminiz kullanıldı mı, bir koyup iki mi aldınız, futbolcular sizin isminize güvenip mi fona milyon dolarlar yatırdı, herşeyi ama herşeyi anlatmanız gerekiyor.
İletişimin bir numaralı kuralı açık, net ve anlaşılır olmaktır.
Sopa göstermekle olmaz.
Açık ve net konuşun.
Siz susunca boşluğu biz gazeteciler dolduruyoruz.
Konuşun ki, sizin gerçeklerinizi bizler kamuoyuna duyuralım.